SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

VİTR BAHSİ

<< 1512 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

حَدَّثَنَا مُسْلِمُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ عَاصِمٍ الْأَحْوَلِ وَخَالِدٍ الْحَذَّاءِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْحَارِثِ عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ إِذَا سَلَّمَ قَالَ اللَّهُمَّ أَنْتَ السَّلَامُ وَمِنْكَ السَّلَامُ تَبَارَكْتَ يَا ذَا الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ

 

قَالَ أَبُو دَاوُد سَمِعَ سُفْيَانُ مِنْ عَمْرِو بْنِ مُرَّةَ قَالُوا ثَمَانِيَةَ عَشَرَ

 

Aişe (r.anha)'dan rivayet edildiğine göre,

 

Resulullah (s.a.v.) (namazda) selam verdiği zaman:

 

"Allahümme entesselamü ve minkes-selam, tebarekte yazel-Celali ve'l-İkrâm

 

(Anlamı):

Ey Allahım! Selâm sensin, selâmet sadece sendendir. Sen (zâlimlerin söylediklerinden) çok çok yücesin, (hayır ve bereketin çoktur) ey ululuk ve ihsan sahibi" derdi.

 

 

Müslim, mesâcid; Nesaî, sehv; Tirmizî, salat; İbn Mâce, ikâme; Dârimî, salat; Ahmed b. Hanbel, V, 275, 279; VI, 62, 184, 235.

 

Ebû Dâvûd dedi ki: Süfyan (es-Sevrî) Amr b. Mürre'den sema' yoluyla hadis almış­tır. Ulema bu hadislerin sayısının onsekiz olduğunu söylerler.

 

İzah:

Selâm: Allah'ın isimlerinden birisidir. Kulların karşılaştıkları ayıp, yokluk ve kusur gibi hallerden salim olmak manasına­dır. Burada: "Peygamberleri dünyada, müslümanları da âhirette selâmlayan" manasında olduğunu söyleyenler de olmuştur.

 

Metindeki " ifâdesini = selâmet sendendir" şeklinde terceme ettik. Buna sebep, selâmetin Allah'tan olması dünya ve âhiret hu­zurunun sulh ve sükûnun sadece ondan umulup beklenmesidir. Çünkü Al­lah'tan başka, huzur verecek, insanlığı sulh ve sükûna kavuşturacak hiçbir güç yoktur. Son derece hırslı nefsine esir, üstünlük duygusu bütün benliğini kaplayan bütün bunların ötesinde Allah'ın izni olmadan parmağını kıpırdat­maktan âciz olan insanın gerçek huzuru sağlaması, sulhu gerçekleştirmesi mümkün değildir. İşte bu şuur içerisinde müslüman, her devirde günde beş kere Allah'ına yönelir, huzur ve sükunun sadece ondan olduğunu tasdik ederek huzur ister. Arkasından da "Ya Zel-Celali ve'1-ikram!" diyerek onun yüce­liğini ve ihsanının bolluğunu söyleyerek boyun büküp nazlanır ve niyazlanır.

 

"Sen çok yücesin" diye terceme ettiğimiz  fiilini "hayır ve be­reketin çok oldu" şeklinde izah edenler de olmuştur. Bu mânâya parantez içinde işaret edilmiştir.

 

"Ululuk, yücelik** diye terceme ettiğimiz "Celâl" kelimesi de aynı za­manda "lâyık olmayan sıfatlardan münezzeh" mânâsına da gelir. Bu keli­me Allah'tan başkaları hakkında kullanılamaz. Resulüllah (s.a.v.) bu sözleri selâmdan sonra daha yönünü kıbleden çevirmeden söylerdi. Hatta Müslim ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri bir başka hadiste Hz. Aişe, Resulüllah'ın se­lâmdan sonra ancak "Allahümme entesselâmü tebârekte yazel-celali vel ikram" diyecek kadar oturduğunu bildirir.

 

Ebu Davud'un, hadisin sonunda görülen talikinin yeri aslında bir önce­ki hadisin sonudur. Nitekim bazı nüshalarda orada verilmiştir. Ancak terce-meye esas aldığımız nüshanın yamsıra, elimizdeki matbu dört nüshadan üçünde üzerinde olduğumuz hadisin sonunda bulunduğu için yerini değiş­tirmedik.

 

Bu talik, Süfyan es-Sevrî'nin Amr b. Mürre'den onsekiz tane hadis duy­duğunu ifade ediyor. Müellifin kitabında buna yer vermekteki maksadı, 1496. hadisin munkati* olmadığım dolayısıyla oradaki an'anenin, hadisin sıhhati­ne zarar vermeyeceğine işarettir.